''De ki: Ey kafirler yenileceksiniz ve cehenneme sürükleneceksiniz.''

Türklerde İstihbarat*

   

Bilgi her zaman için değerli bir kaynaktır. İnsanoğlunun en eski kurumlarından biri de istihbarattır ve günümüzde de dünyanın tüm ülkelerinin istihbarat servisleri mevcuttur. İstihbarat, edilen bilgilerin siyasi makamlara sunulmak üzere toplanmış ve çözümlenmiş izlemsel veya taktik içerikli işlenmiş bilgi anlamına gelir. Her türlü kaynaktan elde edilen ham bilgi ilişiksiz gibi görünen parçalardan oluşan, çelişkili, güvenilmez, yanıltıcı veya yanlış olabilir. İstihbarat ise birleştirilmiş, değerlendirilmiş, çözümlenmiş, yorumlanmış ve ayıklanmış bilgidir. Geçmişten bugüne kadar devletlerin kaderini belirleyen en önemli etkenlerden biri de istihbarat yoluyla savaştır.

   İstihbaratın kurumsallaşması, İngilizlerin Kraliyet Gizli Servisi'ni kurmalarıyla 1530'da başlasa da casusluk ve casusluk çalışmalarıyla ülkeleri baltalama ve haber alma konusunda insanlık tarihinin oldukça eski ve güçlü deneylimleri vardır. Tarih boyunca iktidarlar; egemenlik, sömürme ve güç savaşlarında haber alma, yalan haber yayıp karşı gücü yanlış yönlendirme yöntemini hep uygulamışlardır. Artık güç savaşlarında sadece haber alma değil, haber toplamaya karşı koyma ve psikolojik harp yapma meslekten öteye; bir sanat haline dönüşmüştür.

   İlk haber alma örgütünün kim tarafından veya ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, bu mesleğin insanlık hayatında paranın yer almasından sonra çıktığı bilinmektedir. İstihbaratçılık dünyanını en eski merkezlerinden biri olarak biliniyor. İstihbaratçılığın kökeni, yazılı metinlere göre bundan tam 5000 yıl önceye dayanmaktadır. Milattan 5000 yıl önce Mısır Kralı III. Tutmosis'in, kuşatma altındaki yafa kentine ajanlarını gizlice gönderdiği yazılı metinlerde yer alıyor. Bu metinlere göre ajanlar, Yafa'ya un çuvalları içinde giriyor, şehirle ilgili bütün bilgileri krallarına iletiyorlardı. Gelen haberlerden sonra Kral Tutmosis, savaş stratejisini belirleyip şehri daha az zahmet ve maliyetle ele geçiriyordu. 

   Hristiyanlarda ise durum farklıydı. Profosyonel sermaye oluşmadan önce istihbarat tamamen Kilise'nin kontolündeydi ve çıkması muhtemel muhalefeti tasfiye etme aracı olarak kullanılıyordu. Kilise kontrolü elde tutmak için, cadı avı ve afaroz mekanizmasını sıklıkla kullanırken; din adamlarından muhbir ve haber alma elemanı olarak yararlanırdı. Kilise, derebeyleri arasında iktidar kaybetmemek için kan akıtmaktan hiç çekinmezdi. Bu yüzden de dinler arasında sicili en bozuk olan din, Hristiyanlığın Katolik mezhebi olarak kabul edilir. Kilise, ''iç iktidar'' için akıttığı kanın çok daha fazlasını ''dış iktidar'' için de akıtırdı. Özellikle Orta Çağ'da Tapınak Şövalyeleri aracılığıyla yaptığı istihbarat savaşlarında Müslüman ve Musevilerin yüzbinlerce insanın kanını akıtmıştır. 

   Türk Tarihinde İstihbarat

   Doğu'da ilk istihbarat, Göktürkler'e karşı Çinliler tarafından 570'li yıllarda kurulmuştu ve istihbarattan sorumlu bakan ise Çang Sun Çing idi. Çin'e çalışan bu elemanlar, devlet kademelerinde eğitilerek belirli kimlikler altında Göktürk Devleti'ne gönderiliyordu. Rahip, seyyar, tüccar ve hekim rolünde Göktürk ülkesine yayılan Çin ajanları, ülkenin en önemli ve büyük sarayına; Kağan Sarayı'na da sızmış ve yüksek mevkiiler elde etmişlerdi. Sarayda saygın mevkiiler elde eden ajanlar, sonunda Göktürk Hakanı Şapolyo ile ''en büyük boy''un lideri Apohan'ın arasını bozmuş ve bir iç savaşın çıkmasına sebep olmuşlardı. Çıkan iç savaş sonucu Kök Türk devleti ikiye bölünmüş, kardeş kardeşin kanını akıtıyordu. Sonucunda Çin; hem kardeş kanı akıtmayı dolayısıyla devleti ikiye bölmeyi, hem de Batı ticaret yollarını ve Hindistan'dan gelen gelirleri kontol etmeyi başarmıştı.

   Bütün milletlerde de olduğu gibi Türklerde de istihbarat ile ilgili kavramlara rastanıyor. Eski Türk dilinde temel düzeni yıkmaya ve milleti esir etmeye çalışan casuslara ''çaşıt-çaşut'' denilirdi. İhbar etme işine ise ''çaşutlama'' denilirdi. Göktürk yazılarıyla da yazılmış Türkçe yazılarda haberci için ''sabçı'', devletler arasında gidip gelen kağan elçilerine de şimdiki gibi ''elçi'' deniliyordu. Oğuzlar, aileler arasındaki elçi ve habercilere ''yazıkçı-salıkçı'' derlerdi. Bu aynı zamanda katiplik anlamına da geliyordu. 

   İlgili kavramlar ve Eski Türk dilindeki karşılıkları:

Haberci-casus: Körüg-tıl-tıgrak

Kurye-elçi: Çabar-çapar

Kılavuz: Kılağuz-yirçi

Askeri kılavuz: Yi(e)zek

Dikkatli-uyanık ol: Sak ol

Gözcü: Kargu

Öncü: Yelme

  Selçuklularda İstihbaratçılık

   Büyük Selçuklu Devleti'nin en önemli devlet adamlarından Nizamü'l Mülk, istihbarat için bazı yerlere adamlar gönderilmesi gerektiğini söyler. Ona göre halkın durumunu sormak, genel bir bilgi sahibi olmak mecburiyeti vardır. Devlet başkanının bu haberlere sahip olması için mutlaka haberciye (sahib-i haber) ihtiyacı vardır. Taşra yönetiminin sultana karşı tutumları ve isyanlarına karşı istihbaraçı görevlendirilmesi zaruridir. 

   Selçuklu merkez teşkilatında ''Büyük Divan'' en önemli organdır. Veziriazamın başkanlığında devlet işleri, bu organ tarafından yürütülürdü. Bu divan, bugünkü bakanlıklara tekabül eden divanlaran meydana gelirdi. Her divanın başında ''Sahib-i Divan'' adını taşıyan bir bakan vardı. 

   Sultan Arpaslan'ın devletin posta ve istihbarat işlerine önem vermemesi ve özellikle istihbarat kısmını büsbütün kaldırması, o dönemde devlet adamlarınca tenkit edilirdi. Tarihi kaynakların müşterek ifadelerine göre casusluk ve casuslardan nefret eden Sultan Alparslan, divanın istihbarat birimini kaldırmıştır. Büyük bir devlet adamı olduğundan süphe olmayan sultanın, istihbarat teşkilatı konusunda gösterdiği bu zafiyet, kısa zamanda çeşitli olumsuzluklarla kendini göstermeye başladı. Mesela Batıniler, Selçuklu İmparatorluğu içinde gizli faaliyetlerde bulunurlarken birdenbire kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmışlardı. Daha sonrasında da Nizamü'l Mülk'ün faaliyetlerine engel oldukları için öldürülmüşlerdi. Tarihçilerimiz, o dönemde istihbarat biriminin kaldırılmasıyla büyük bir hata yapıldığını savunuyorlar ve olumsuzlukların bu yüzden olduğunu düşünüyorlar. Fakat günümüzde o dönemle ilgili çalışan araştırmacılar arasında Sultan Alparslan'dan sonra teşkilatın yeniden canlandırılıp canlandırılmadığı konusunda görüş ayrılıkları yaşıyorlar. 

   Osmanlı'da İstihbaratçılık

   Gönüllü Casusluk: Devletin istihbarat faaliyetlerinden biri olan gönüllü casusluk, özellikle kuruluş yıllarında sıkça kullanılırdı. Yeni fethedilecek yerler ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak ve bu bilgileri merkeze hızlıca ulaştırmak için seçkin elemanlar yetiştiriliyordu. Bu ödevin karşılığında casuslar, padişah tarafından ödüllendiriyordu. Örneğin I. Süleyman Dönemi Pasin Sancağı Kanunnamesi'nde bazı kimselere, fethedilen yerleri şenlendirmek amacıyla tımar tevcihinde bulunulduğu ve bu tımarların casusluk şartıyla verildiği kayıtlıdır. 

   Ulufeli (Ücretli) Casusluk: Devlet tarafından kendilerine maaş ödenerek çalışan casusluktur. Özellikle 16. yy'da kullanılırdı. İlk olarak Selanik'te kullanılan bu casusluk, kaynaklarda 1565 Mart'ta İkinci Vezir Pertev Paşa'nın Göke Kalesi'ni fethe gittiğinde kaledeki asker sayısının 5 bin kişi olduğunu ve Hırvat asıllı Karaçi'nin bu kaleyi zahire, barut ve asker yardımında bulunduğu yazılır. 

   Dil Alma Yönemi: Dil alma yöntemi, düşman tarafından ele geçirilenler yani esirler tarafından bilgi alma yöntemidir. 

   Tüccar ve Gezginler: Klasik Dönem Osmanlı tarihine bakıldığında gerek Osmanlı vatandaşı, gerekse yabancı ülkenin vatandaşları olup da Osmanlı aleyhine casusluk yapanlar da vardı. Bu tüccar ve gezginlerin hemen her ülkeye gitmelerinde bir sakınca bulunmuyor, istenilen ülkelerde sahip oldukları statükoları gereği her yere gidebiliyorlar ve gerekli bilgileri alabiliyorlardı. Dolayısıyla bu casuslar, büyük devlet adamlarını cezbediyor, devlet adamları da bu bilgileri nasıl elde ettiklerini öğrenmek için çalışıyorlardı. 

   Rumeli ve Balkanlar'a ilerleyiş sırasında düşmanla ilgili istihbarat faaliyetleri çok önem kazamıştı. Osmanlı'nın sınır bölgelerinde, özellikle Eflak ve Erdel bölgesindeki hareketler hemen tamamı casuslar vasıtasıyla öğreniliyor, ona göre tedbir alınıyordu. 

Protestanlığın kurucusu Martin Luther, Osmanlı Ajanı mıydı?

   İsmail Hami Danişmend'in ''İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolijisi'' kitabında yer alan bir pasajda şöyle yazmaktadır: ''Protestanlığın kurucusu Martin Luther; Osmanlıları, Allah tarafından Avrupa'nın cezasını vermek üzere gönderilmiş bir kuvvet saymış ve hatta Osmanlı'ya mukavemetin bir küfür olduğunu bile ilan etmiştir. Bu vaziyeti büyük bir ilgiyle takip eden Kanuni'nin, sık sık Luther'in sıhhat ve muvaffakiyet derecesi hakkında malumat aldırdığı biliniyor.''

   Ünlü tarihçi Hammer'in, Viyana Müzesi'nde saklanan el yazıları arasında; ''Luther'in Mutheşem Süleyman tarafından yetiştirildiği, Kur'an-ı Kerim', tercümeye giriştiği, ancak çevrenin baskısı altında bundan vazgeçtiği'' şeklinde notlar bulunmaktadır. Osmanlı Devleti adına casusluk yapan ve Papa'ya ait en gizli bilgileri İstanbul'a başarıyla ulaştıran Papaz Giovanni Paola'nın 1691'de Paris'te basılan mektuplarında, Osmanlı Devleti'nin papaz kılığında bazı kimseleri Avrupa'da ajan olarak kullandığı belirtiliyor. Martin Luther'in hayatı ise, onun da bu kişilerden biri olduğu hakkındaki şüpheleri kuvvetlendirmektedir: Luther, papaz okuluna girinceye kadar gayet fakir bir ailenin çocuğu idi ve geçimini temin etmek için bir gümüş madeninde çok az bir ücretle işçi olarak çalışıyordu. Fakat okulu bitirip papaz olduktan sonra, Almanya'nın Erfurt Üniversitesi'nde bir Kur'an-ı Kerim meali bulduğunu öğrendi. Hemen bunu okumayı düşündü lakin kilisenin başpapazı baskıcı olduğu için bunu beceremedi. O zaman da Osmanlı casuslarıyla irtibata geçti ve İstanbul'la haberleşmeye başladı. İstanbul'a ulaştırdığı bilgilerin ardından da işçi olarak çalıştığı madenin de sahibi oldu.

   II. Abdülhamit HAN ve Yıldız İstihbarat Teşkilatı


    

   Yaşanan iç ve dış olaylar, Abdülhamid'i Yıldız İstihbaratı'nı kurmaya yönlendirmişti. Ulu Hakan Abdülhamit, kendisinin kurduğu ve yönettiği istihbarat teşkilatına, devlet hazinesinden maaş aldıkları halde devlete ihanet edenleri tanımak ve izlemek için ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. Yıldız İstihbarat Teşkilatı'na bizzat Abdülhamit'in güvenini kazanan kişiler iş başına geliyordu. Teşkilatta 990 ajanın yer aldığı ve 23 merkezin bulunduğu bilinmektedir. Onun teşkilat kadrosundan asıl beklentisi, kendisine ve devletine yönelik olan komploları ortaya çıkarmaktı. Abdülhamit'in yürüttüğü bu operasyonlar sadece yurtta değil, bütün Avrupa'da da sürüyordu.

   Abdülhamit'in sevmediği 3 okul vardı: Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye. Nitekim, Tanzimatçı Jöntürkler de zaten buralarda yetişip mezun oluyorlardı. Abdülhamit'e karşı Paris'te Jön Türklerce 1889'da kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1906'ta Selanik'te 3. Ordu subaylarının kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile 1907'de birleşecek, böylece ortaya çıkan bu örgüt 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyeti ilan ettirecekti. Hemen sonra da sıra Yıldız İstihbarat Teşkilatı'nı yıkmaya geliyordu. Meşrutiyet'in ilanından bir hafta sonra teşkilatın kaldırıldığına dair 29 Temmuz 1908 tarihli mazbata paralelinde, 30 Temmuz 1908'de açıklanan iradeye uygun olarak Yıldız İstihbarat Teşkilatı kapatılmıştı. Ardından 31 Mart 1909 tarihinde verilen kararın ardından, 27 Nisan 1909'da Abdülhamit HAN tahttan indirildi. Ardından da yüzbinlerce rapor, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Harbiye Nezareti'nin avlusunda yakılmıştı. Böylece İstihbarat kolu kopan büyük imparatorluk, 1. Dünya Savaşı'na hazırlanacaktı. İstihbarat teşkilatı olmayan bir devletten de başarı beklenemezdi.

 

   MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI

   Cumhuriyetle beraber kurulan istihbarat teşkilatımız (MİT), Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzenine, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine ve millî gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan gelecek mevcut ve muhtemel tehditler hakkında bilgi toplamak, önlem almak ve gerekli durumlarda ilgili makamları uyarmakla görevli teşkilâttır.

   Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplanabilmesi amacıyla, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edildi ve bu kanun ile kuruluşun adı Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) olarak değiştirildi. Kanun ile MİT'in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşarın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan'a karşı sorumlu olması öngörüldü.


      MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürüttü, ancak hızla değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı ortaya çıktı. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu çıkarıldı ve kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girdi.

 

   Görev yapan müsteşarlar (1965-günümüz):

1      Avni Kantan 14 Temmuz 1965-2 Mart 1966

2 Mehmet Fuat 2 Mart 1966-27 Mart 1971

3 Nurettin Ersin 2 Ağustos 1971-25 Temmuz 1973

4 Bülent Türker 26 Temmuz 1973-27 Şubat 1974

5 Bahattin Özülker 28 Şubat 1974-26 Eylül 1974

6 Bülent Türker 26 Eylül 1974-24 Kasım 1974

7 Hamza Gürgüç 25 Kasım 1974-13 Temmuz 1978

8 Adnan Ersöz 13 Temmuz 1978-19 Kasım 1979

9 Bülent Türker 19 Kasım 1979-7 Eylül 1981

10 Burhanettin Bigalı 7 Eylül 1981-14 Ağustos 1986

11 Hayri Ündül 5 Eylül 1986-29 Ağustos 1988

12 Teoman Koman 29 Ağustos 1988-27 Ağustos 1992

13 Sönmez Köksal 9 Kasım 1992-11 Şubat 1998

14 Şenkal Atasagun 11 Şubat 1998-11 Haziran 2005

15 Emre Taner 15 Haziran 2005-26 Mayıs 2010

16 Hakan Fidan 26 Mayıs 2010-

   Hakan FİDAN'ın hayatı: 

   Hakan Fidan, (d. 1968, Ankara) asker, bürokrat ve Milli İstihbarat Teşkilatı müsteşarı.

   Hakan Fidan 1986'dan 2001'e kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde astsubay olarak görev aldı. Askerliği kendi isteğiyle bırakıp, University of Marry University College'den Yönetim ve Siyaset Bilimi alanından lisans dereceleri aldı. Bilkent Üniversitesi'nde "Dış Politikada İstihbaratın Yeri" isimli teziyle mastır yaptı. Aynı üniversitede 2006'da da "Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı" başlıklı tez ile doktora yaptı.

Viyana'da Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nda, Cenevre'de Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü'nde ve Londra'da Verification Technologies Research Center'da akademik çalışmalarını sürdürdü. Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinde akademisyenlik yaptı. Almanya'daki NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargahı'nda da çalışan Fidan 2001'den itibaren iki yıl Avustralya Türkiye Büyükelçiliği'nde Kıdemli Siyasi ve Ekonomik Danışman olarak görevi yaptı. 2003'te Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Başkanlığına atandı.

14 Kasım 2007'de Başbakanlık müsteşar yardımcılığı görevine gelen Fidan, 2008 Kasım ayında Uluslararası Atom Enerjisi KurumuYönetim Kurulu üyeliğine atandı. 8 Mart 2008'de de Uluslararası Ahmet Yesevi Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi oldu ve bu görevinden Şubat 2011'de istifa etti.

17 Nisan 2009'da Millî İstihbarat Teşkilatı müsteşar yardımcılığına getirildi. Emre Taner'in görev süresinin dolmasının ardından, 25 Mayıs 2010 tarihinde MİT Müsteşarı görevine atandı.

7 Şubat 2012 tarihinde Başsavcı Sadrettin Sarıkaya tarafından, KCK operasyonu kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı. Bunun üzerinde Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26. maddesinde değişiklik yapılarak MİT mensuplarının veya özel bir görevi ifa etmek üzere Başbakan tarafından görevlendirilen kişilerin, görevin niteliğinden doğan ve görevi ifa sırasında işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yapılması başbakanın iznine bağlandı.

   Başbakanlık kaynakları tarafından açıklanan bilgiye göre 10 Şubat 2015 tarihinde istifa etti. 

   09.03.2015 tarihinde Hakan FİDAN, tekrar MİT Müsteşarı oldu.

   

   

 

*: Burada yazan bilgiler Ahmet ERDEM'in ''Gizli MİT Tarihi'' adlı eserinden alıntıdır.


Sitenin resmi kurum ve kuruluşlarla bağlantısı yoktur.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol